Prof. Dr. Yasemin Giritli İnceoğlu ile Nefret Söylemi
- İletişim
- 15 Ağu
- 3 dakikada okunur
Vicdan Vakfı’nın X (Twitter) Spaces’teki Mor Oda yayınında düzenlenen Vicdan Sohbetleri’ne, nefret söylemi ve ifade özgürlüğü alanındaki çalışmalarıyla tanınan Prof. Dr. Yasemin Giritli İnceoğlu konuk oldu. Yayını vakıf gönüllülerimiz Av. Aysima Canpolat ile Ukbe Yılmaz yönetti; açılışta Vakfın Kurucusu Ömer Faruk Gergerlioğlu, kimlik siyasetinin dili yerine “vicdan eksenli” bir iletişimi benimsediklerini vurguladı. “İfade özgürlüğü esastır ama dilimiz insaflı olmalı” diyen Gergerlioğlu, Temiz Diller – #birTıkDur kampanyasının bu bakışın somut adımı olduğunu söyledi.

İnceoğlu, nefret söylemini “bir kişi ya da gruba kimlik temelli özellikleri üzerinden saldıran, aşağılayan, dışlayan, tehdit eden ve kimi zaman şiddete çağıran ifadeler bütünü” olarak tanımladı. Birleşmiş Milletler ve Avrupa Konseyi çerçevesini hatırlatırken, Türkiye’de TCK 216’nın uygulamada çoğu kez eleştireni cezalandıran, açık nefret içeren sözleri ise ifade özgürlüğü kalkanına sığınmış biçimde koruyabilen bir pratiğe dönüştüğünü belirtti. AİHM’in meşhur Handyside kararını anımsatıp “rahatsız eden düşünceler de korunur” ilkesini aktardı; ancak bunun nefret söylemini meşrulaştırmadığının altını çizdi. Castells kararını örnek göstererek “hükümetlere yönelik eleştirinin sınırı, sıradan yurttaşa yöneltilenden daha geniştir” dedi.
Konuşmanın en çarpıcı bölümlerinden biri, önyargının nasıl katılaşıp suça evrildiğini anlatan Allport’un “önyargı piramidi” üzerinden kurduğu bağlamdı. “Masum görünen bir genelleme, adım adım ayrımcılığa ve sonunda nefret suçuna kapı aralar” diyen İnceoğlu, Hrant Dink cinayetini medyanın ötekileştirici dilinin nelere yol açabileceğinin acı örneği olarak andı.
Sosyal medyanın hız, anonimlik ve görsel-mizah kültürüyle nefret söylemini çoğaltan bir ekosisteme dönüştüğünü belirten İnceoğlu, organize trol ağları ve bot hesapların “profesyonel” biçimde hedef kitleleri kışkırttığını, platform algoritmalarının ise şeffaf olmadığını söyledi. İçerik moderatörlerinin maruz kaldığı psikolojik yükten söz ederek, çözümün yalnızca silme-değil, önleme ve dönüştürme olduğuna dikkat çekti: “Karşı söylem üretmek, barış gazeteciliğini yaygınlaştırmak, kimliği değil eylemi haberleştirmek ve dijital medya okuryazarlığını erken yaşta yerleştirmek…”
Türkiye bağlamında en fazla hedef alınan gruplar arasında mülteciler ve göçmenler, Kürtler, LGBTİ+ bireyler, Aleviler ve diğer inanç azınlıkları, muhalifler ve kamusal alanda görünür kadınların bulunduğunu aktardı. Ekonomik krizler, seçim süreçleri ve güvenlik gündemlerinde nefret söyleminin sıklıkla yükseldiğini söyledi. Bazı yerel STK’ların “biz ırkçı değiliz ama…” diye başlayıp hedef gösterici dile savrulmasını eleştirdi ve “sessizlik de onaydır” uyarısında bulundu.
İnceoğlu, Vicdan Vakfı’nın yürüttüğü Temiz Diller – #birTıkDur kampanyasını “dijital alanı etik bir kamusal mekân olarak çerçeveleyen güçlü bir çağrı” diye niteledi. Kampanyanın empatiyi ve kullanıcı sorumluluğunu öne çıkarmasını olumlu buldu; etkisini büyütmek için imza/taahhüdün karar süreçleriyle bağının daha açık kurulmasını, zorbalığa maruz kalanlar için hukuki ve psikolojik destek kapılarına görünür bağlantılar eklenmesini ve video ile görsel içeriklerin ağırlığını artırmayı önerdi.
Soru-cevap bölümünde “boykot mu, mücadele mi?” ikilemi gündeme geldi. İnceoğlu yanıtında, nefret söylemi üretenlerle düelloya girmeden yaratıcı ve onarıcı karşı söylem üretmenin etkisini vurguladı. Yılgınlık duygusuna karşı “umut ve dayanışma dili”ni savundu; STK’larda gençlere alan açılması gerektiğini, uzun süre aynı koltuklarda kalmanın yenilenmeyi engellediğini söyledi. Yapay zekâ ile üretilen “kusursuz” influencer’ların manipülasyon riskine de değinerek korunma yolunun yine dijital okuryazarlık olduğunu hatırlattı.
Yayında, Vicdan Vakfı’nın psikoloji komisyonunun kampanyayı besleyen kısa videolar yayımladığı, genç ekiplerin bir Empati Oyunu üzerinde çalıştığı ve “Vicdan Ajandası 2027” kapsamında her güne bir vicdan eylemi/okuması yerleştirmeyi hedeflediği bilgisi paylaşıldı. Tüm bu adımların ortak amacı, yalnız dili değil, kamusal iklimi de onarmak: “Kirlenmesine izin vermeyelim” çağrısı hem etik bir hatırlatma hem de toplumsal bir sözleşme önerisi olarak yankı buldu.
Vicdan Sohbetleri’nin bu buluşması, nefret söylemiyle mücadelenin yalnız hukuk ve platform kurallarıyla sınırlı olmadığını, dili dönüştüren kültürel ve sivil bir seferberliğe ihtiyaç duyduğunu bir kez daha gösterdi. Temiz Diller – #birTıkDur, atılan bir imzayı “kendine verilen söz”e çevirirken, dinleyicileri de vicdanın tarafına—saygılı, kapsayıcı ve umutlu bir dile—davet etti.




Yorumlar