“Vicdan” dediğimizde neyi kastediyoruz
- İletişim
- 4 gün önce
- 5 dakikada okunur
Kendimize Vicdan Vakfı dediğimizde sadece şiirsel bir isim seçmiş olmuyoruz. Bu toprakların tarihinde ve günlük hayatında şekillenmiş, çok özel bir ahlaki deneyimi taşıyan bir kelimeyi çalışmalarımızın merkezine koyuyoruz. Pek çok sohbetimizde insanlar “vicdan”ı “conscience” olarak çevirmeye ya da “consciousness” ile ilişkilendirmeye çalışıyor. Bu kelimeler bazı yönleriyle yakın görünür, ama gerçekte kastettiğimize tam dokunmaz. Bizim için “vicdan”, ahlaki berraklığın, merhametin ve adalet talebinin buluşup eyleme dönüştüğü yerdir.
İngilizcede “conscious” esas olarak uyanık ve farkında olmayı anlatır. Zihnin alanına aittir: farkındalık, algı, dikkat. “Conscience” ise daha çok içsel bir yargıçtır; eylemleri ilkelere, kurallara, ödevlere göre ölçen bir iç mahkeme. Genellikle akıl diliyle anlatılır: ahlaki yargı, sorumluluk, suçluluk, yükümlülük. Bu bağlamda birinin vicdanını izlemesi genellikle akıl yürütmeyle açıklanır: “Bunun yanlış olduğunu biliyordum.”, “Görevimi anladım.”, “Bunu kendime açıklayamazdım.”
“vicdan” ise bizim yaşadığımız ve hissettiğimiz şekliyle benzer bir sonuca ulaşır, ama oraya başka bir yoldan gider. O da insanı iyi eylemlere, başkasına zarar vermemeye, kırılgan olanın yanında durmaya iter. Fakat bunu yaparken yalnızca akıl yolunu değil, aynı anda hem aklı hem derin duyguyu harekete geçirir. vicdan yalnızca “Bunun yanlış olduğunu biliyorum” değildir; aynı zamanda “Bunu yanlış olarak hissediyorum ve bu his acıtıyor”dur. O sadece içsel bir yargıç değil; adaletsizlikle yüzleşince açılan içsel bir yaradır.
Bu fark, kelimenin etrafındaki anlamlara bakınca daha da belirginleşir. İngilizcede bizim “vicdan” dediğimiz şey birçok kelimeye dağılmıştır: conscience, heart, empathy, compassion, pity, moral sense, humanity… Gerçekten “vicdanlı” bir kişiyi tarif etmek için muhtemelen bunların birkaçını birleştirmeniz gerekir: güçlü bir conscience sahibi, yumuşak kalpli, derin empati kurabilen, aktif merhamet gösteren biri. Bizde ise “vicdan” bütün bunları tek bir yoğun kelimede toplar. Bu yüzden hem çok güçlüdür hem de çevrilmesi zordur; akıl ile duyguyu, yargı ile şefkati, ilke ile merhameti birlikte taşır.
Kelimenin tarihçesi de önemlidir. Eski kökü daha çok içsel duyma, içte bulma, kalbin hâli anlamına işaret ediyordu. Yüzyıllar içinde, bu coğrafyanın ortak hayatında bu iç duyum belirgin bir ahlaki biçim kazandı. İyi ile kötüyü tartan bir iç teraziye, merhamet kaynağına, adaletsizlik karşısında duyulan rahatsızlığa, bir insanı harcanabilir görmeyi reddeden bir iç sese dönüştü. Birisi “Vicdanım el vermiyor” dediğinde bu sadece kurallara dayanan mantıksal bir sonuç değildir; bu ahlaki-duygusal bir duruştur. İçeriden bir ses “Bunu yaparsam insan olmanın özüne ihanet etmiş olurum” der.
Bu nedenle “vicdansız” kelimesi çok ağırdır. Bu kelime sadece duygusal olarak uzak veya soğuk birini anlatmaz. Daha derin bir itham içerir: Acıya tanık olup etkilenmeyen, gücü sınırsızca kullanabilen, zarara ortak olurken içsel bir itiraz duymayan kişi… Böyle biri yalnızca duyarsız değildir; kötülükle barışık hâle gelmiştir. İngilizcede buna yaklaşmak için birkaç kelime gerekir: heartless, cruel, without a conscience, morally blind… Tek bir kelimenin tüm bunları taşıyabilmesi, “vicdan”ın buradaki ahlaki hayal gücünde ne kadar merkezi olduğunu gösterir.
Bizim için bir diğer önemli boyut da şudur: Bu bölge uzun süre güçlü devlet yapıları ve otoritelerle şekillenmiştir. Sıradan insanlar çoğu zaman devleti güçlü, uzak ve karşı çıkılması zor bir varlık olarak hisseder. Birçok durumda adaletin resmî mekanizmalarına tam olarak güvenemezler. Kanun vardır, mahkeme vardır, prosedür vardır; ama pratikte yavaş, seçici ya da güçsüzlere kapalı olabilir.
Böyle anlarda çok karakteristik bir şey olur: İnsanlar yalnızca hukuka değil, gücü elinde tutan kişinin vicdanına da seslenir. Bir vatandaş bir memurun karşısında dururken, farklı ifadelerle şunu söylemiş olur: “Size sadece bir yetkili olarak değil, bir insan olarak vicdanınıza sesleniyorum.” Bu hukuki bir argüman değildir. Bu, karşısındakinin hâlâ kırılgan, güçsüz, merhamete muhtaç olmanın ne demek olduğunu hatırlayan kısmına yöneltilen bir çağrıdır. Güçlü bir sistemin temsilcisinin bile içinde ulaşılabilecek küçük, insani bir yer olduğu varsayılır.
Bu sahne, vicdanın toplumdaki işlevi hakkında önemli bir şey söyler: Vicdan, diğer tüm mahkemelerden sonra kalan son mahkemedir. Kurumlar yetmediğinde güçsüz ile güçlü arasında kalan köprüdür. Birinin “Hayır deme hakkım var ama yine de evet diyeceğim çünkü içimdeki ses susmuyor” dediği yerdir.
Aynı zamanda bu resmi romantikleştirmiyoruz. Hiçbir toplum sadece bireysel iyiliğe veya kişisel uyanışlara dayanamaz. Adalet güçlü kurumlar, adil kurallar ve hesap verebilir yapılar gerektirir. Ancak vicdan olmadan bu yapılar boş birer kabuğa dönüşür: teknik olarak doğru ama ahlaken kör. Yapılar zayıf veya kötüye kullanıldığında ise vicdan, çok sert sistemlerin içinde küçük insanlık adacıkları yaratabilir. Misyonumuzun bir kısmı bu adacıkları korumak ve büyütmek; aynı zamanda daha geniş bir değişim için çalışmaktır.
Vicdan Vakfı olarak “vicdan” dediğimizde en az dört iç içe geçmiş boyuttan söz ediyoruz. Birincisi, insan olmanın doğal bir parçası gibi hissedilen içsel iyi–kötü duyusu. İkincisi, başkalarının acısıyla temas edebilme, onların acısını uzaktan bir görüntü değil bir çağrı olarak hissedebilme merhameti. Üçüncüsü, sadece güç olduğu için bir şeyin doğru sayılamayacağını reddeden adalet duygusu. Ve dördüncüsü, gördükten ve anladıktan sonra tarafsız kalırsan kendinde bir şeyi yaralayacağını hissettiren sorumluluk.
Ayrıca vicdanın yalnızca bireysel bir mesele olmadığını da vurguluyoruz. Modern dillerin çoğunda conscience daha çok bireysel bir mekanizma olarak düşünülür: benim vicdanım, senin vicdanın, kişisel suçluluk ya da iç çatışma. Oysa burada insanlar sık sık toplum vicdanından, insanlığın vicdanından, bir şehrin veya bir kuşağın vicdanından söz eder. Bu bir üslup alışkanlığı değildir. Ortak bir ahlaki alanımız olduğu, bu alanın birlikte uyanabileceği, körleşebileceği ya da birlikte iyileşebileceği inancını ifade eder. vicdan dediğimizde biz aynı zamanda bu ortak alana da işaret ediyoruz.
Peki bu kelimeyle ve bu işle dünyaya tam olarak ne öneriyoruz? İlk olarak, vicdanı kimlik ötesi ortak bir dil olarak öneriyoruz. Ulus, din, ideoloji ve grup sadakatiyle bölünen bir dünyada başka bir yerden başlıyoruz. Siz kimdiniz, nereden geliyorsunuz, hangi taraftasınız diye sormadan önce şunu soruyoruz: Adaletsizlikle, aşağılanmayla, açlıkla, savaşla, dışlanmayla karşılaştığınızda vicdanınız ne diyor? İnancımız şudur: Eğer o yerden konuşabilirsek –yani conscience, empathy, compassion ve moral imagination’ın birleştiği o içsel alandan– bazen diplomasinin, sloganların, hatta yasaların aşamadığı sınırları aşabiliriz.
İkinci olarak, vicdanın kamusal bir güç olarak tanınmasını öneriyoruz. Bu iç sesi toplumsal hayatın merkezine geri getirmek istiyoruz. Bu, insanların acı çekenleri dinlediği ve vicdanlarının buna karşılık vermesine izin verdiği alanlar yaratmak demektir. Ahlaki rahatsızlık hisseden bireyleri birbirine bağlamak ve bu rahatsızlığı sessiz bir umutsuzluğa değil, somut dayanışmaya dönüştürmek demektir. Kurumları, medyayı ve siyaseti yalnızca “Bu yasal mı?” veya “Bu verimli mi?” diye değil, “Bu, dürüst bir vicdanın tanıyacağı insan onuruyla uyumlu mu?” diye sormaya davet etmek demektir.
Üçüncü olarak, akıl merkezli bir conscience ile duygu-merkezli bir vicdan arasındaki farkın çatışmak zorunda olmadığını söylüyoruz. Bunlar benzer iyi eylemlere giden iki yol olabilir. Conscience’ın yönlendirdiği biri “Doğru olduğu için bunu yapmalıyım” diyebilir. Vicdanın yönlendirdiği biri “Başka türlü yapamam, tüm varlığım bu adaletsizliğe isyan ediyor” diyebilir. Çoğu durumda yan yana dururlar; aynı iyiliği yaparlar ama içsel manzaraları biraz farklıdır. Biz “vicdan” diyerek pek çok kültürün ayrı kutulara koyduğu şeyleri bilerek bir arada tutuyoruz: akıl ve duygu, görev ve şefkat, adalet ve merhamet.
Vicdan Vakfı olarak amacımız bu kapasiteyi korumak, uyandırmak ve örgütlemektir. Korumak, çünkü vicdan korku, alışkanlık, propaganda ve kör sadakat ile körelebilir. Uyandırmak, çünkü birçok insanın yalnızca gerçek bir karşılaşmaya, dürüst bir hikâyeye, adaletsizliğe filtresiz bir bakışa ihtiyaç duyan, uykuda bir vicdanı vardır. Örgütlemek, çünkü iyi niyet tek başına yeterli değildir. vicdanın bir kişideki sessiz rahatsızlıktan başka birinin hayatında görünür bir değişime yolculuk edebilmesi için yollar, araçlar ve yapıların olması gerekir.
vicdan sahibi biri dediğimizde kusursuz birinden söz etmiyoruz. vicdanlı insan; hiç hataya düşmeyen, yorulmayan, korkmayan biri değildir. İçindeki zorlayıcı soruları susturmamayı seçen, rahatsızlığı düşünceye, düşünceyi eyleme dönüştüren kişidir. Biz de bir vakıf olarak bu seslerin yanında durmak, onları güçlendirmek, birbirine bağlamak ve bastırılmak istendiklerinde onları korumak için varız.
Dünyaya ne sunmak istediğimizi tek cümleyle özetlemek gerekseydi, şöyle derdik: Gürültünün, gücün ve hızın çağında herkesi içindeki o sakin ama ısrarcı yere davet ediyoruz: “Bu yanlış.”, “Bu doğru.”, “Bu insanın acısı beni ilgilendiriyor.” Biz o yere vicdan diyoruz. O ses konuşmaya devam ettiği sürece daha adil ve daha merhametli bir ortak gelecek için hâlâ umut vardır.




Yorumlar