Yusuf Kerim’in Hikâyesi: Bir Çocuğun Acısı, Bir Toplumun Vicdanı
- Vicdan Vakfı
- 22 Şub
- 3 dakikada okunur
Bazı hikâyeler vardır ki sadece bir ailenin değil, bir toplumun vicdanına dokunur. Yusuf Kerim’in hikâyesi de bunlardan biri. Henüz çocuk yaşta kemik kanseri (Ewing sarkomu) teşhisi konulan Yusuf Kerim, hastalığın verdiği acıyla mücadele ederken, annesine duyduğu özlemle de savaşmak zorundaydı. Annesi Gülten Sayın cezaevindeydi ve Yusuf’un en büyük isteği, annesine sarılabilmekti.
Vicdan Vakfı’nın X Mor Oda etkinliğinde, Yusuf Kerim’in babası Süleyman Sayın yaşadıkları trajediyi anlattı. Bu konuşmada sadece bir çocuğun hastalıkla olan mücadelesini değil, aynı zamanda cezaevinde bir annenin evladına kavuşma çabasını ve toplumun vicdanına yöneltilen sert bir soruyu dinledik: Bu kadar büyük bir acının yaşanmasına neden izin verildi?
📌 Ömer Faruk Gergerlioğlu’nun da katıldığı bu önemli yayını izlemek için:👉
🔔 Siz de destek olun:▶️ Yusuf’un hikâyesini paylaşın.📢 Adaletin vicdansız olmaması için sesinizi yükseltin.❤️ Vicdanı hatırlatmak için bir adım atın.
Unutmayalım, vicdanını kaybeden bir toplum, adaletini de kaybeder.
Yusuf Kerim’in Hastalıkla Mücadelesi ve Annesine Özlemi
Yusuf Kerim, hayata sağlık dolu bir çocuk olarak başladı. Ancak henüz birkaç yaşındayken Ewing sarkomu teşhisi konuldu. Bu, çocukluk çağında nadir görülen ancak son derece agresif seyreden bir kemik kanseri türüydü. Küçücük bedeni, ağır tedaviler ve zorlu ameliyatlarla savaşırken, o sadece bir çocuğun ihtiyacı olan en temel şeye, annesine sarılmaya özlem duyuyordu.
Gülten Sayın, Yusuf’un hastalığı sürecinde cezaevindeydi. Annesiz geçen her gün, Yusuf’un hastalığını daha da ağırlaştırıyordu. Babası Süleyman Sayın’ın anlattıklarına göre, Yusuf’un en büyük dileği, hastanede yattığı odada annesinin yanında olmasıydı. Onun için en iyi ilaç, annesinin sıcaklığıydı.
Fakat hukuk sistemi, bir annenin hasta evladının yanında olması gerektiğini görmezden geldi. Kamuoyunda büyük yankı uyandıran "Annesine Kavuşsun" kampanyaları, Yusuf’un son günlerinde annesine ulaşabilmesi için başlatıldı.
Toplumun Vicdanına Dokunan Bir Kampanya
Yusuf Kerim’in hastalığı ve annesine duyduğu özlem, sosyal medyada ve insan hakları örgütlerinde büyük bir yankı uyandırdı. Kamuoyu, annesinin Yusuf’un son günlerinde yanında olabilmesi için harekete geçti.
Bu süreçte, birçok insan hakları aktivisti, sivil toplum kuruluşu ve duyarlı birey sesini yükseltti. Ancak Yusuf’un annesi serbest bırakıldığında artık çok geçti. Yusuf, annesinin sıcaklığına doyamadan hayata gözlerini yumdu.
Vicdan Vakfı’nın X Mor Oda etkinliğinde konuşan Süleyman Sayın, oğlunun son anlarını şu sözlerle anlattı:
"Oğlumun gözlerindeki ışık yavaş yavaş sönüyordu. Onun en büyük isteği, annesine sarılmaktı. Annesi sonunda yanına geldi ama Yusuf'un artık zamanı kalmamıştı."
Bu sözler, izleyen herkesin yüreğinde derin bir sızı bıraktı. Bir çocuğun acısı ölümüyle son buldu.
Bir Anneye Çifte Ceza: Yusuf’un Vefatı Sonrası Yaşananlar
Yusuf, annesinin yanında olduğu kısa bir sürenin ardından hayata veda etti. Ancak acı burada bitmedi. Gülten Sayın, oğlunu toprağa verdikten sonra tekrar cezaevine gönderildi.
Bir anne için bundan daha büyük bir acı olabilir miydi? Çocuğunu kaybettikten sonra ona doyamadan yeniden demir parmaklıklar arasına konulmak…
Bu durum, hukukun katı kurallarının vicdan karşısında nasıl yetersiz kaldığını bir kez daha gözler önüne serdi. Bir anneye verilen cezanın, bir çocuğun en temel hakkı olan annesine duyduğu ihtiyacı hiçe sayarak uygulandığını gördük.
Bir çocuğun Acısı: Adalet ve Vicdan Arasında Sıkışan Bir Hikâye
Yusuf Kerim’in hikâyesi, sadece bir çocuğun hastalık mücadelesini değil, adalet sisteminin vicdanla nasıl çatıştığını da gözler önüne serdi. Hukukun amacı, topluma adalet getirmek değil miydi? Peki, adalet vicdanı yok saydığında neye dönüşüyordu?
Vicdan Vakfı’nın Mor Oda etkinliği, bu soruların derinlemesine tartışıldığı bir platform oldu. Süleyman Sayın, sadece Yusuf’un hastalığını değil, Yusuf’un ölümünden sonra yaşadığı travmayı da anlattı.
"Oğlumu kaybettim, eşimi kaybettim, kendimi kaybettim. Yusuf’un ardından hayatta kalmanın ne anlamı vardı bilmiyorum. Onun için mücadele ettim ama yetemedim. Onun hastalığını yenmesi için savaştım ama elimden gelen bu kadardı."
Bu sözler, yaşanan acının sadece bir çocuğun ölümüyle sınırlı olmadığını, geride kalanlar için hayatın nasıl bir travmaya dönüştüğünü gözler önüne serdi.
Bu Hikâyeyi Unutmamak Zorundayız
Yusuf Kerim’in hikâyesi, sadece bir ailenin yaşadığı trajedi değil, hepimizin üzerine düşünmesi gereken bir vicdan sınavıdır.
Toplum olarak, hasta bir çocuğun annesine kavuşması için kampanya yapmak zorunda kalıyorsak burada bir sorun var demektir. Bir annenin evladını toprağa verdikten sonra tekrar cezaevine girmesi normalleştiyse, vicdanlarımızı sorgulamak zorundayız.




Yorumlar