ÖZGÜR VE VAR OLMAK İÇİN BÜTÜN KİMLİK TANRILARINI TERK ETTİM
- Ali Dolgunyürek
- 23 Nis
- 4 dakikada okunur
Aidiyet ve Kimlik : Bizi Birleştiren mi, Ayrıştıran mı?
İnsan doğduğunda saf haliyle ben olur. Bu duru hal altı yaşına kadar devam eder. Ne oluyorsa bu yaştan sonra oluyor. Ben olan o insan ailesi, okulu, çevresine uyum adına onlar gibi olmaya başlar. Bu onlar gibi olma ergenlik dönemine kadar sürer. Ergenlikle beraber kendi kişiliğine dönmeye başlar. Bu zamana kadar taklit ettiği çevrenin kendini yansıtmadığını fark eder. Kendi olmak için yola çıkar. Fakat şimdiye kadar benzediği toplum onun kendi olmaması için türlü türlü kimlikler(inanç, ırk, millet, mezhep, zenginlik, fakirlik, renk, cinsiyet v) ile karşısına çıkar. İnsan derki ben kendim olayım tıpkı çocukluğumdaki gibi toplum derki hayır olamazsın. Bu savaş öyle bir savaştır ki bazen bir ömür sürer. Bu savaşın kısa özetini sizinle paylaşıyorum.

Aidiyet duygusu ve kimlik kavramı, insanın bireysel ve toplumsal yaşamındaki en temel unsurlardan biridir. İnsan, biyolojik ve psikolojik olarak sosyal bir varlık olduğundan, bir gruba ait olma ihtiyacı temel motivasyon kaynaklarından biri olarak kabul edilir (Baumeister & Leary, 1995). Ancak, aidiyet duygusu ve kimlik, yalnızca birleştirici bir unsur olmakla kalmaz; aynı zamanda bireyler ve toplumlar arasında ayrışmaya da yol açabilir. Peki, kimliklerimiz ve aidiyetlerimiz bizi nasıl etkiliyor? Bizi bir araya getirirken aynı zamanda nasıl sınırlandırıyor veya ayrıştırıyor? Bu makalede, aidiyet ve kimliğin psikolojik, sosyolojik ve nörobilimsel yönlerini ele alarak bu sorulara yanıt arayacağız.
Aidiyet Duygusu: İnsan Doğasının Temel Bir Parçası
Aidiyet duygusu, bireyin bir topluluğa, aileye veya sosyal gruba kendini ait hissetmesi olarak tanımlanır. Sosyal psikoloji alanında yapılan çalışmalar, aidiyetin psikolojik iyi oluş için hayati önem taşıdığını göstermektedir. Baumeister ve Leary’nin (1995) “Belongingness Hypothesis” adlı kuramına göre, insanlar doğuştan gelen bir şekilde başkalarıyla anlamlı ve kalıcı ilişkiler kurmaya ihtiyaç duyarlar. Aidiyet duygusunun karşılanması, bireyin özsaygısını ve mutluluğunu artırırken, bu duygunun eksikliği depresyon, kaygı ve yalnızlık gibi olumsuz psikolojik sonuçlara yol açabilir (Hawkley & Cacioppo, 2010).
Beyin araştırmaları da aidiyet ihtiyacının biyolojik temelleri olduğunu göstermektedir. Örneğin, anterior cingulate cortex ve ventral striatum gibi beyin bölgeleri, sosyal kabul ve reddedilme süreçlerinde önemli rol oynar (Eisenberger et al., 2003). Bu bulgular, aidiyetin yalnızca psikolojik değil, aynı zamanda biyolojik olarak da derin bir ihtiyaç olduğunu ortaya koymaktadır.
Kimlik ve Aidiyetin İnşası: Bireysel mi, Toplumsal mı?
Kimlik, bireyin kendini nasıl tanımladığı ve başkaları tarafından nasıl algılandığı ile ilgili çok boyutlu bir kavramdır. Kimlik oluşumunda bireysel deneyimlerin yanı sıra toplumsal normlar, kültürel değerler ve grup dinamikleri de belirleyici rol oynar (Tajfel & Turner, 1986).
Tajfel ve Turner’ın Sosyal Kimlik Teorisi (Social Identity Theory - SIT), bireylerin kendilerini belirli grupların üyesi olarak tanımlama eğiliminde olduklarını ve bu kimliklerin bireysel benlik algısını doğrudan etkilediğini öne sürer. İnsanlar, içinde bulundukları grupları olumlu algılama eğilimindedir ve bu durum, dış gruplara karşı bilinçli veya bilinçsiz bir ayrımcılığa yol açabilir (Tajfel et al., 1971).
Bu teori, neden bazı aidiyetlerin insanları bir araya getirirken bazılarının bölünmelere yol açtığını açıklamaktadır. Örneğin, ulusal kimlik, bireyleri ortak bir değer etrafında birleştirebilirken, etnik veya dini kimlikler, farklı gruplar arasında çatışmalara yol açabilir (Brewer, 1999).
Kimlik ve Aidiyetin Sınırlayıcı Etkileri
Aidiyet ve kimlik, bireyin özgürlüğünü ve düşünsel esnekliğini sınırlayabilir mi? Bu soruya yanıt ararken “Grup İçinde Uyum Baskısı” (conformity) kavramına değinmek önemlidir.
Solomon Asch’in (1951) klasik uyum deneyleri, bireylerin çoğunlukla içinde bulundukları grubun normlarına uyma eğiliminde olduklarını göstermiştir. Grup içindeki sosyal baskı, bireyin özgün düşüncelerini ve davranışlarını baskılayabilir. Bu durum, kimliğin yalnızca bireysel benlik algısını değil, aynı zamanda düşünce yapısını da şekillendirdiğini gösterir.
Öte yandan, aidiyet duygusunun aşırı vurgulanması, bireyin farklı kimlikleri bir arada taşımasını zorlaştırabilir. Örneğin, göçmen topluluklarda bireyler hem geldikleri ülkenin kültürüne hem de yaşadıkları yeni toplumun normlarına uyum sağlamak zorunda kalırlar. Bu, bazen kimlik bunalımına (identity crisis) yol açabilir (Berry, 1997).
Kimlik ve Aidiyetin Pozitif Yönleri: Birleştirici Gücü
Kimlik ve aidiyetin bölücü etkileri kadar birleştirici ve olumlu etkileri de vardır. Örneğin, kolektif kimlikler, bireylerin dayanışmasını artırarak toplumsal hareketlerin ortaya çıkmasını sağlayabilir.
Turner ve Oakes (1986), bireylerin ortak kimlikler etrafında birleşerek sosyal değişimi teşvik edebileceğini öne sürer. Tarihte birçok toplumsal hareket, ortak kimlikler üzerinden şekillenmiştir. Örneğin, kadın hakları hareketi veya sivil haklar hareketi, belirli bir gruba aidiyet duyan bireylerin kolektif gücüyle ilerlemiştir.
Ayrıca, kimlikler bireylere anlam ve amaç duygusu sağlayarak psikolojik iyi oluşu artırabilir. Frankl (1959), insanların yaşamlarında anlam bulduklarında psikolojik olarak daha dirençli olduklarını ve zor koşullarla başa çıkabildiklerini belirtir.
Sonuç: Kimlik ve Aidiyet Dengeyi Nasıl Sağlamalı?
Aidiyet ve kimlik, insanın psikolojik, sosyal ve biyolojik doğasında önemli bir yere sahiptir. Bizi bir araya getirebilir, ancak aynı zamanda sınırlar koyarak ayrıştırabilir de. Burada önemli olan, bireylerin kimliklerini tek bir kategoriye indirgemeden, çoklu kimliklere sahip olabileceklerini kabul etmektir.
Günümüzde, küreselleşme ve dijitalleşme, kimlik algılarını daha da karmaşık hale getirmektedir. İnsanlar artık birden fazla aidiyeti aynı anda taşıyabilmekte ve kimliklerini daha esnek şekillerde tanımlayabilmektedir. Bu nedenle, bireylerin hem kendilerini ait hissedebilecekleri sağlıklı sosyal bağlar kurmaları hem de farklı kimliklere saygı duymaları, toplumsal uyumu artıracaktır.
Aidiyet ve kimliğin gücünü dengeli kullanmak, bireysel özgürlüğü korurken toplumsal dayanışmayı da güçlendiren bir yaklaşım sunacaktır.
Ya kendimiz oluruz yada yığın oluruz. Birey olamayan biz olamaz. Birey olamayanın bütün kimlikleri anlamsızdır. Birey olmadan maddi ve manevi kültür oluşturulamaz. Birey olmadan felsefe, edebiyat, sanat, bilim, etik, inançlar, kültür gelişmez, kurumsallaşmaz.
Yığınlardan oluşan toplumlarda üretkenlik, edebiyat, sanat, felsefe, bilim, etik, inançlar, kültür, hatta kimlikler bile kalıcı olamaz. İnsan birey olmayı hem kendisi hem toplum hem insanlık için istemeli ve bunun yoluna çıkmalı sonunda ölüm bile olsa buna değer, nereden mi biliyorum tarihte iz bırakanlar sadece ve sadece birey olanlardır.
Kaynakça
•Asch, S. E. (1951). Effects of group pressure upon the modification and distortion of judgments. Groups, leadership and men, 222-236.
•Baumeister, R. F., & Leary, M. R. (1995). The need to belong: Desire for interpersonal attachments as a fundamental human motivation. Psychological Bulletin, 117(3), 497.
•Berry, J. W. (1997). Immigration, acculturation, and adaptation. Applied psychology, 46(1), 5-34.
•Brewer, M. B. (1999). The psychology of prejudice: Ingroup love or outgroup hate? Journal of Social Issues, 55(3), 429-444.
•Eisenberger, N. I., Lieberman, M. D., & Williams, K. D. (2003). Does rejection hurt? An FMRI study of social exclusion. Science, 302(5643), 290-292.
•Tajfel, H., & Turner, J. C. (1986). The social identity theory of intergroup behavior. Psychology of Intergroup Relations, 7-24.
•Turner, J. C., & Oakes, P. J. (1986). The significance of the social identity concept for social psychology. British Journal of Social Psychology, 25(3), 237-252.
Comments